Bu sektörde neredeyse herkes çok büyük emeklerle çalışıyor. Bu kadar çalışmanın karşılığını her zaman hakkıyla alamayanlar olsa bile bir noktada maddi ve manevi olarak kazançlarımız oluyor. Çalıştığımız ekiple anlaşabiliyor ve birbirimize bir şeyler katabiliyorsak kazanıyoruz. Çoğumuz biliyoruz ki iyi bir ekiple çalışmak hiç anlaşamadığın bir ekiple çalışıp hırpalanmaktan daha iyidir. İyi bir ekip olarak verimli bir şekilde çalışabilenlere en güzel örneklerden birisi Hayao Miyazaki ve Studio Ghibli.
“Doğmak; bir döneme, mekana ve hayata mecbur kalmak demektir. Kendinin birçok versiyonunu kaybetmek demektir. Buradan geri dönüş yok ve bence bu yüzden fantastik dünyalar sunan çizgi filmler umutlarımızı ve hasretimizi kuvvetli bir şekilde temsil ediyor.” -Hayao Miyazaki
Temel Bilgiler: Hayao Miyazaki
Ad-Soyad: Hayao Miyazaki
Doğum Tarihi: 5 Ocak 1941
Doğum Yeri: Tokyo / Japonya
İlk İş Deneyimi: Toei Animasyon – 1963

Temel Bilgiler: Studio Ghibli
Kurucuları: Hayao Miyazaki ve Takahata Isao
Kuruluş Yılı: 1985
Kuruluş Yeri: Tokyo
Yayınlanan İlk Film: Gökteki Kale (Castle in the Sky)
Yayın Yılı: 1986

Önce Geçmişe Dönelim
Miyazaki ve Ghibli ekibinin yeteneklerine değinmeden önce animelerin/animasyonların/çizgi filmlerin geçmişini hızlıca inceleyelim.
Çizgi filmeler de sinemanın gelişimi ile benzerlik gösteriyor. Tarihsel süreçler çizgi film konularını etkilemiş ve anlatı yapısında sürekli bir değişim meydana gelmiştir.
Hareketli çizgilerin atası “Kineograph” yani “Flipbook” ya da Türkçe karşılığı ile “Çizoynat”tır. 1860’lı yıllarda bulunan Flipbook, birbirini izleyen bağlantılı çizimlerin art arda sıralanan sayfalara çizilmesi ve o sayfaların hızlıca çevirilmesi sonucu oluşan hareketli tasarımdır. Temeline baktığımızda her şey yakalanan saniye ya da saliselerdir. Sinemanın başlangıcı olan Kinetoscope da aynı işlevi görmektedir.

Flipbook sonrası, 1906 yılında, film içerisinde ve tamamen çizgi film diyemeyeceğimiz “Stop Motion” (Duraklı Çekim) tekniği ortaya çıkmıştır. Eskilerden şu anda arşivde yer alan ilk Stop Motion örneği J. Stuart Blackton tarafından yapılan “Humorous Phases of Funny Faces”’dir. Saniye başı 20 kare ile oluşturulan bu 3 dakikalık kısa, insanların mimiklerine ve genel vücut hareketlerine odaklanan çizimleri barındırıyor.
Stop Motion’dan sonra 1907 yılında ilk uzun metraj çizgi film çiziliyor fakat maalesef oluşturulan tek kopya daha 1928 yılında stüdyo yangınında yok oluyor. Kağıt kesme yöntemiyle oluşturduğu bu çizgi filmde karakterleri kare kare oynatıyor ve toplam kare sayısı 58 bin kareye ulaşıyor. 1 yılda biten bu animasyon, türlerine oranla çok hızlı bir şekilde tamamlanmış.
Çizgi filmin ilk fitili ateşlendikten sonra devamı geliyor ve Disney bu sektörde kendine yer açarak bir dev haline geliyor. İlk yıllarında en iyi ortak animatörlerinden biri olan Ub Iwerks ile birlikte çok iyi işler çıkarıyor ve çizgi filmin gelişmesine yardımcı olan en büyük isimlerden oluyorlar. İlk senkron ses, ilk renkli animasyon gibi ilklere imza atarak bu yıllara kadar geliyorlar.
Ve sıra Studio Ghibli’de. İlk yayınlanan Ghibli filmi Gökteki Kale, 1986 yılında yayınlandı. Ghibli’de tüm filmler hala el ile çiziliyor. Gökteki Kale filmi ile Studio Ghibli büyük bir başarı elde ederek Japon animelerinin Batı’da ilgi görmesini sağlayanlar arasında da oldukça önemli bir konuma geliyor.

Her Şeyin Bir Sebebi Var
Miyazaki’nin filmleri tam bir görsel şölen. Büyük aksiyonu ve kovalamacayı yaşatıyor, yerimizde kıpırdanmamızı ve harekete dahil olmamızı sağlıyor. Bu kadar kovalamaca ve heyecanın yanında belki de hiç hissedemediğimiz bir huzur da kaplıyor içimizi. Gökyüzündeki uçaklar ya da uçan karakterler, yeryüzündeki uçsuz bucaksız yeşillikler ve deniz ile rahatlatıyor. Tabi bunları yaparken detaylara önem veriyor.
Miyazaki’nin filmlerindeki manzaralar, binalar Japonya’nın gerçek güzelliğini gösteriyor. Uçmaya karşı olan sevgisi babasının kendi uçak üretim şirketilerinin yöneticisi olmasından kaynaklanıyor. Aynı zamanda farklı dünyalara kapılar açmayı, ulaşamadığımız hayallerimizi gözlemleyebilmek için tercih ediyor.
Filmlerin hikayelerini oluştururken masa başında oturmayı sevmemesi, masa başında değil dışarda yürürken bile karşılaştığı şeyler ile çok ilginç fikirlerin kafasında oluşabileceği gerçeğinden.
İçeriden Bilgiler
Miyazaki, ticari amaç gütmesi sebebiyle Batı ülkelerine filmlerinin dağıtımını yapmaya uzun bir süre karşı çıkmış olsa da dublaj için ilk anlaştıkları şirket Walt Disney oldu. Bir zamanlar Disney’in Tokyo’daki ünlü stüdyosunda çalışan Steve Alpert, Disney’le iyi ilişkiler içinde olsa da zaman geçtikçe Studio Ghibli’nin adını duyup başvuru yapıyor ve Disney’den ayrılıp Studio Ghibli’de çalışmaya başlıyor.
Studio Ghibli’de uluslarası dağıtımcı olarak uzun yıllar görev alan Steve Alpert, Walt Disney ile çalışmanın biraz pişmanlık olduğunu söylüyor. İlk başlarda iyi anlaşmalar yapsalar ve birbirlerine destek olsalar da Disney, çizgi filmlerin yeni diyaloglar ile tamamen amacından ve anlatısından sapmasına sebep olmaya başlamış. Bu durumdan şikayetçi olan ve batı ülkelerinin daha da samimiyetsiz olduğunu düşünmeye başlayan Miyazaki’nin şikayetlerinin olduğunu söylüyor Alpert ve kendi sitemini de dile getiriyor.
Disney ile ayrılıklarının sonrasında Pixar ile anlaşan stüdyo için Alpert: “Çalışma prensipleri bizimle uyumlu. Filmlerdeki diyalogları değiştirmiyorlar ve her seferinde daha iyi olması için tekrar tekrar kayıt almaya gönüllüler.” diyor.
Alpert’ın Miyazaki ve Studio Ghibli ile olan ilişkisini anlattığı “Never Ending Man” adlı kitabı bulunuyor. Aynı isimde Miyazaki belgeseli de mevcut.

Oyunu Kurallarına Göre Oynamamak
Baskılara ve basma kalıp işlere karşı olan Miyazaki, son dakikaya kadar filmin finalini yazmamayı tercih ediyor. Görüntülerin, hikaye akışının ne getirdiğini takip etmeye ve finalin büyüsünün bu sürece göre açığa çıkacağına inanıyor.
Batıya karşı bakışını zaten bir üstteki başlıkta dile getirdik fakat Batılıların (özellikle Amerikalıların) eline düşeni kendi oyununun kurallarına göre oynatma isteğinden kaynaklı filmlerinin çevirisi aşamasında da sorunlar yaşamış ve uzun bir süre Batı ülkelerinde film gösterimine karşı çıkmıştır. Miyazaki’nin hayalperest yapısına karşı bir tavır olduğu için rahatsız olması anlaşılabilir bir durum.
Miyazaki’nin diğer yapımlardan farklı olarak en iyi yaptığı şey, iki el çırpma arasındaki boşluğu huzurlu ve anlamlı bir şekilde dolduran bir hikaye ritmi ve anlatıcılığı olması.
Hikaye Ritmi

Farklı farklı senaryo yazım teknikleri mevcut. En çok tercih edilen yöntemde hikaye başlar, doruk noktasına belli krizler ile inişli çıkışlı ulaşılır ve doruk sonrası kriz çözülür, hikaye hızlıca finale doğru ilerler ve final yapar. Bu süreçte önemli olan aksiyonun sürekli olmamasıdır. Sürekli aksiyon ile seyircinin dikkatini çekecek noktalardan kaçınılmış ve sürekli artış gösteren ama algı sürecini sekteye uğratan bir ritim yakalanmış olur. Peş peşe gelen bir patlama ve beş patlama arasındaki farkı seyirci umursamayabilir. Bu nedenle birinci patlamadan sonra bir ara verilmesi gerekir. Miyazaki, diğer yapımlardan farklı olarak her aksiyon arasında seyirciye zaman tanıyan, doğa ve insanın çatışması arasında doğanın yapıcılığını da insanın yıkıcılığını da gösteren bir hikaye ritmini tercih ediyor, haliyle çizimleri ve filmin kurgusu da bu ritme göre oluşturuluyor. Diğer filmlerin çoğu bu anlatı yapısı, zaman çizgisinde ilerlese de aralarındaki fark krizler arası boşluğu nasıl doldurduklarıdır. Ruhların Kaçışı filminin kovalamacalı aksiyon sonrası denizin ortasında giden tren ile seyirciyi huzura kavuşturması, Yürüyen Şato filminde savaş sahneleri arasında doğa sahnelerinin yer alması Miyazaki’nin hikaye ritmine örnek niteliğindedir.
“Kolay anlaşılan filmler sıkıcıdı, mantıklı hikayeler yaratıcılığı feda etmektir. Ben bu düzeni kurmak üzerine çalışıyorum.” – Hayao Miyazaki
Renk Paleti
Studio Ghibli filmlerine baktığımızda karamsar renklerden çok pastel ve doğal renkler görüyoruz. Daha canlı, doygun renkleri ise binalarda, karakterlerin takılarında ya da dekoratif eşyalarda görüyoruz. Doğayla olan bağlarından dolayı renkleri fazla parlatmadan, en güzel haliyle kullanmayı tercih ederlerken süsü, görselde egoyu tatmin eden her şeyi daha canlı renklerle yansıtıyorlar.
Tabi dijital gelişmişlik dijital renklendirmeyi etkiliyor. Sulu boya renkleri ile pastel ya da kuru boya renkleri bir olmayacağı gibi dijital gelişmeler ile renk skalalarında da değişiklik yaşanmakta. Studio Ghibli’nin renk teorisi ile çok etkileyici işler yaptığı aşikar.
Komşum Totoro filminde canlılığı ve heyecanı ile ortamın renklerinde kendini gösteren, pembe ve kırmızı tonlarında giyinerek daha duygusal bir yapıya sahip olduğunu gösteren Mei ile sarı tonlarda giyinerek ortama, doğaya daha adapte olan ve daha olgun karakteri yansıtan ablası Satsuki arası renk bağlantısı, Ghibli ekibinin renklere ve anlamlarına olan ilgisine örnek verilebilir.

Ya da Yürüyen Şato filminde sarı saçlarıyla dikkati üzerine çeken Howl’un savaş etkileri artarken ve yavaş yavaş egosunu, aynı zamanda korkularını geride bırakırken olgunlaşmasını temsilen saçlarının siyahlaşması da hikayenin ilerlemesine göre değişiklik gösteriyor (bu durum Sophie’nin şampuanları karıştırmasından kaynaklı olsa bile…).
Filmler ve Anlamlar
Komşum Totoro: Özlemimizi Nasıl Giderebiliriz?

Komşum Totoro filminde Profesör Tatsuo, eşi hasta ve hastanede olduğu için ona daha yakın olmak adına kızları Mei ve Satsuki ile kırsala taşınır. Yaramaz ve oyunbaz Mei, onun enerjisine eşlik etmeye çalışırken annesinin yokluğuyla tüm sorumlulukları üstlenmek zorunda kalan abla Satsuki doğayla ve sırlarıyla tanışır. Yeni evlerine olan merakları artarken bu sürece ortak oluruz.
Taşınma sürecinde karşılaştıkları canavarlara olan merakı sebebiyle ormanda keşif yapan Mei, Totoro ile tanışır. Ormanın ruhu olan Totoro, Mei ve Satsuki’nin annelerine olan özlemleri sürecinde onlara doğanın güzelliklerini gösterir. Daha önce bu huzuru ve eğlenceyi yaşamamış kızlar Totoro’yu çok severler. Doğaya sevgisini gösterenlerin doğa tarafından da sevileceğini görürüz.
İnatçı, duygusal ama bir o kadar da bağımsız olmaya çalışan Mei tam da yaşıtları gibidir. Oldukça hayalperesttir. Annesini çok özlediği için onu sağlıklı görme umuduyla günlerini geçirir ama kafasını dağıtmasını sağlayacak dikkat çekici şeylerle karşılaşır. Hareketli ve oyuncu olduğu için dikkati dağılmaya çok müsaittir.
Annesinin yokluğuyla sorumlulukları devralması gereken Satsuki, hem yaşıtları gibi eğlenmek ister hem de olgun olmak zorundadır. Babasını da kız kardeşini de yalnız bırakmak istemez. Merhametli ve fedakar bir karakterdir.
Sessiz, uykucu orman ruhu Totoro, ona ihtiyacı olan kişilere görünür. Başta Mei’ye görünüp Satsuki’ye görünmeyen Totoro, babasını beklerken yorulan Mei’ye sabırla sahip çıkan Satsuki’ye görünür ve kızların en sevecen arkadaşları olarak hayatlarına girer.
Özlemin, umudun en baskın olduğu filmlerden birisidir Komşum Totoro. Kaybetme korkusu, ne olacağıyla ilgili merak, bu süreçte nasıl davranılması gerektiği düşüncesi, özlemi nasıl yöneteceğini ve nasıl sabredeceğini düşünmekle geçen filmde doğanın bize nasıl yardımcı olabileceği ve bizi nasıl rahtlatabileceği gösterilir. Kargaşanın ve kaygının oluşturduğu stresden bizi kurtarabilecek şey doğanın kendisidir ve bize sakin kalıp sabretmemizi öğretir.
1988 yılında film çıktıktan sonra Totoro, Studio Ghibli’nin maskotu olmuştur.
Ruhların Kaçışı: Sevginin Gücü ve Azim

Ailesiyle yeni evine taşınan Chihiro, ailesiyle birlikte bölgedeki terk edilmiş yapıyla karşılaşır. Ailesinin zoruyla bu yapıya girerek sessizlik ile gerginlik seviyesi artan Chihiro ailesini geri dönmeye zorlar fakat bu yapıda ilginç bir şeyler olmaktadır. Kimsenin olmadığı bu yapıda aç dolaşan ebeveynleri yemek dolu bir tezgah görür ve bu yemekleri sorgulamadan yemeye başlarlar. Chihiro onlara katılmaz ve bırakmaları için ikna etmeye çalışır. Bu sırada yapının gerçek yüzü ortaya çıkar. Gece çökünce ruhların dinlenme ve temizlenme mekanı haline gelen yerde ne olduğunu bilmeden yemek yiyen ailesini, kendilerine ait olmayan büyülü yemekleri yedikleri için domuza dönüşürler. Buradan kaçmak istese de ailesini yalnız bırakmak istemeyen Chihiro, Haku’nun yardımıyla ailesini buradan kurtarmaya çalışır. Ailesi için kimsenin yapamadığı şeyleri yapmaya cesaret ederek herkesin hayranlığını kazanır.
Chihiro, hiç bilmediği ve hayal etmediği canlılar ile karşılaşınca çok korkmasına rağmen kaçma dürtüsüne karşı koyarak cesaretini güçlendirmeye çalışır. Sevdiklerini kurtarmak için kötülere boyun eğmez ama görevleri yerine getirmekten de çekinmez (daha doğrusu çekinemez).
Haku, bölgenin cesur askeridir. Gerçekleri bilmesine rağmen baskın güce karşı gelemez. Hem insan hem de ejderha biçimindedir. Chihiro ile iyi anlaşırlar, birbirlerini korumak için her şeyi yapabilirler. Görev adamı olan ama aynı zamanda sevginin ne olduğunu bilen birisidir.
Sevdiklerimiz için ne kadar cesur olabileceğimizi, bazen var olan kötü düzene karşı gelmek için harekete geçmenin zorlayıcı olabileceğini, aç gözlülüğü, göç bağımlılığını, sırları anlatan bir filmdir.
2001 yılında çıkan bu film Oscar ödülü alan ilk animasyon filmdir.
Yürüyen Şato: Dış Etkenler ve Tercihlerimiz

Yürüyen Şato filmi, Cadı’nın şapkacı Sophie’yi lanetlemesiyle başlar. Herkesin sevdiği, hayat dolu Sophie bu lanet ile huysuz yaşlı bir kadına dönüşür. Bu lanet yüzünden kimsenin onu görmemesi için kaçar ve bulutlarla örtülü dağa çıkar. Orada yürüyen şatoyla karşılaşır ve hayatı bir anda farklı bir boyuta ulaşır.
Bu şatonun sahibi Howl da büyücüdür ve Sophie onunla daha önce tanışmıştır. Howl, iyi büyücü olmak ve insanlara iyi gözükmek isteyen (hem görüntüsü hem de karakteri açısından) birisidir, insanlara yardım etmek için kendini harcamaya hazırdır ama aynı zamanda büyük bir korkusu vardır. Uzun yıllar bu korkuyla yüzleşmek istemez fakat Sophie ona cesaret verir.
Şatonun kalbi, şatoyu ayakta tutan şey bir ateştir ve bu ateşin adı Karushifa’dır. Karushifa, Howl’un cinidir ve Howl’un emirlerine göre hareket eder. Biraz bencil olsa da Sophi’yi çok sevdiği için onun isteklerine ne kadar karşı çıkıyor gibi gözükse de içten içe hoşuna gider.
Howl’un küçük asistanı Markl da bu şatonun önemli parçalarındandır. İlk başta Sophie’yi nasıl birisi olduğunu bilmediği için tehdit olarak görse de ona hemen alışır ve birlikte çalışmaya başlarlar. Markl sevdiklerine bağlıdır ve şatodakilerin onun ailesi olduğunu düşünür.
Cadı, bencil, gençliğe ve güzelliğe bağlı birisidir. Güzel insanları lanetlemeye bayılır. Howl’u bulabilse onu da lanetlemek için elindeki büyüleri kullanacaktır fakat Howl’u bulamaz. Şans eseri (Sophie’nin vicdanından dolayı) Howl ile karşılaşır fakat karşılaştıkları zaman Cadı’nın güçleri elinden alındığı için hiçbir şey yapamaz. Sophie’nin yardımlarıyla onu sevmeye başlar fakat filmin sonuna kadar bencilliğinden kurtulamaz.
Sophie, umutları olan, kötü zamanlarda ne kadar üzülse de hep iyi şeyler olacağına inanan birisidir. Yardım etmeyi çok sever ve merhametlidir. Onu lanetleyen cadıya bile yardım etmiştir. Howl’u seviyor ve ona destek olmak istiyor olsa da savaşa gittiğini öğrendiğinde savaşmayı bırakması için ona yalvarır. Sevdiği insanı kaybetmek istemez.
Film boyu enerji ve umudu bitmeyen Sophi’de aşkın, bağlılığın, umudun izlerini görürüz. Howl’da gücün, kontrolün, barış için savaşın ve biraz da egonun parçaları vardır. Cadı ise açlık, yanlış güç ve yanlış tercihlerin yansımasıdır. Fakat bu karakterler arasında filmin sonlarına doğru savaş yanlısı manipülatif yönetimleri temsil eden Madam Suliman ortaya çıkar ve Cadı’dan daha kötüsünün, bir-iki kişinin değil yüzlerce ve binlercesinin hayatına zarar verebilecek birisinin olduğunu anlarız.
Filmin anlattıkları arasında savaş, umut, ego, inanç, bağlılık, güven konuları yer alıyor. Büyücü olan Howl, kötü büyücü olmayı değil iyi büyücü olmayı tercih eder. Savaş sürecinde yorgun düşer ama kendisini kontrol altında tutmaya çalışır. Dış etkenlere rağmen kendi tercihlerine göre hareket etmek için oldukça emek harcayan bir karakterdir. Tercihlerine göre daha kötü ve çıkarcı birisi de olabilir, Suliman’ın manipülasyonlarına kapılarak onun emirleriyle insanlara zarar verebilirdi fakat bunları tercih etmemiştir. Sophie ile tanıştıktan sonra umudu daha da yeşerir ve insanlar için elinden geleni yapar.
Cümleleri açık ve kamu spotu niteliği taşımadan oluşturulmuş bu hikayede iyilik ve kötülük kavramlarını huzurlu hissettiğimiz ve huzursuz hissettiğimiz kareler sayesinde anlayabiliyoruz. Göl kenarında yeşilliklerin arasında Sophie ve Marklı’ın sakince içeceklerini içmesi ve Howl’un savaş ortasında uçarak savaşı gözlemlemesi/durdurmaya çalışması arasındaki geçiş gibi.
2004 yapımı bu fantastik film, çizgi filmlerin sadece çocuklar için olmadığını göstermeye uygun bir film.
Kendine Güvenen Son Film Mi?
Miyazaki’nin tanıtımı yapılmadan sadece vizyon tarihi ve afişi paylaşılan son filmi 14 Temmuz 2023’te Japonya’da vizyona girdi.
“Kimitachi wa Dō Ikiru ka” filmi, İngilizce “How Do You Live?” olarak çevirilen, “The Boy and the Heron” olarak adlandırılıyor. 1937 yılında Genzaburo Yoshino tarafından yazılan romanın adını alsa da hikayesi bu romandan çok farklıymış.
Mahito, 12 yaşında bir çocuktur. 1943 yılında Pasifik Savaşı döneminde hava saldırısı sonucu annesini kaybeder. Babası savaş uçağı üreten bir fabrikanın sahibidir ve eşi öldükten sonra eşinin genç kız kardeşiyle evlenir. Mahito ve babası, yeni eşle birlikte yaşamak için evlerini boşaltır ve taşınırlar. Mahito, annesinin ölümüyle başa çıkmaya çalışırken aynı zamanda yeni şehire alışmaya, zorluklarla baş etmeye çalışır. Yine zor günlerden birinde eve dönüş yolunda içinde annesinin el yazısı olan “How Do You Live?” romanıyla karşılaşır. Annesi, Mahito biraz daha büyüdükten sonra bu kitabı ona hediye edecekken buna şansı olmamıştır. İşte bu sırada Mahito, denk geldiği gri balıkçıl kuşun konuşabildiğini ve aslında bir adamın bu kuşun içinde hapsolduğunu anlar. Kuş Mahito’yu bir kuleye götürür ve annesinin aslında yaşadığını ve kurtarılmayı beklediğini söyler. Başta kuleye girmek istemese de o kuleye girer ve büyülerle dolu alternatif dünyaya adım atar.
Filmde Ruhların Kaçışı ve Alice Harikalar Diyarında filmlerindeki gibi garip karakterlerin ve yaratıkların olduğu söyleniyor. Filmin dünyası Rüzgar Yükseliyor dünyası ile benziyor fakat hızlıca gerçeklikten kopuyor.
Bu film Miyazaki’nin kendi hayatına çok benzer izler taşıyor. Uçak fabrikası olan babası, savaş sırasında taşınmak zorunda kalan ailesi ile alakalı. BBC bu filmi “Bencilliğinden kurtulmayı ve insanlarla birlikte yaşamayı öğrenmesi gereken gelişim çağındaki bir çocuğun hikayesi” olarak tanımlıyor.
Miyazaki, Rüzgar Yükseliyor (The Wind Rises) filminden sonra emekli olacağını söylemişti fakat hiçbir tanıtım, röportaj, bilgi verilmeden sadece afiş ile varlığı duyurulan bu film ile Rüzgar Yükseliyor’un son filmi olmadığını gördük. 2013 Eylül’de Venice’deki basın konferansında “Geçmişte birçok kez emekli olacağımı söylemiştim. Çoğunuz “Tekrar mı?” diye düşünüyor olabilirsiniz fakat bu sefer gerçekten bırakıyorum.” demişti. 2018’de kısa film olan “Boro the Catterpillar” ile tekrardan sektöre dönmüştü. Yaşlandıkça hızının da yavaşladığını ve ayda bir 10 dakikalık kısa film çıkarmaktan ayda bir 1 dakikalık görüntü oluşturabildiğini söylemişti. Bu nedenle filmleri eskisi gibi birkaç ay ya da yıl içinde değil gerçekten uzun zaman sonra çıkarabiliyor. Tüm sahneleri hala el ile çizdiklerini ve daha çok kare çizmeleri gerektiğini söylüyor. Bu durum daha da zaman kaybetmelerine ve filmin gecikmesine sebep oluyor.
10 yıl sonra uzun metraj film yöneten Miyazaki, “The Boy and the Heron” filmi için tanıtım yapmamalarından kaynaklı kaygılansa da filme güvendiğini ve iyi bir film çıktığını söylüyor.
Japonya’da ilk gösterimini yapan filmi izleyen hayranlar filmin tam bir Miyazaki filmi olduğunu ve her zamanki gibi çok iyi, seyirciyi hayal kırıklığına uğratmayan bir yapım olduğunu söylüyorlar. Aynı zamanda Miyazaki’nin en büyük ve en iyilerinden olduğunu söyleyenlerin sayısı da azımsanamayacak kadar çok.
Uluslararası gösterimin Eylül’de festivaller aracılığıyla yapılacağı söyleniyor.
İşine ve hayalperestliğe olan bağlılığından dolayı emekli olmakta zorlanan Miyazaki’nin bu sefer gerçekten son filmi olduğu düşünülüyor.