Paul Thomas Anderson’ın erken dönem filmleri kaos, drama, uç teknikler ve performanslar üzerinde yükseliyor. Ancak günümüze yaklaştıkça filmleri aynı yoğunlukta olsa da daha içselleşiyor. Yönetmenlik tarzının da gitgide olgunlaştığını ve daha rafine bir hal aldığını filmlerin tonundan anlayabiliyoruz. Son filmi Licorice Pizza da bize tam olarak bunu gösteriyor.
Licorice Pizza
Anderson yönetmenlik alametifarikası olan tüm güçlü tekniklerini alıp yazar olarak çok sevdiği dramatik hikayeleriyle birleştirmiş ve ortaya bu şaşırtıcı ve beklenmedik derecede sevecen film çıkmış gibi.
Licorice Pizza, Alana Kane (Alana Haim) ve Gray Valentine (Cooper Hoffman) karakterlerinin büyümelerini, aşık olmalarını ve kendi yönlerini bulmalarını gösteriyor bize. Film 1973’te Los Angeles’ın San Fernando Valley isimli bölgesinde geçiyor.
Ek Bilgi: Filmin geçtiği San Fernando Valley, Anderson’ın çocukluğunu geçirdiği ve halen yaşadığı yer. Anderson’ın Haim ailesiyle tanışması da burada olmuş. Haim kardeşlerin annesi Donna Haim, Anderson’ın lisedeki sanat öğretmeniymiş.
Haim ve Hoffman’ın ilk uzun metraj oyunculuk deneyimleri filme çok taze ve canlandırıcı bir hava katıyor. İkilinin uyuşan kimyası ve 70’lere adeta evlerinde gibi uyum sağlamaları seyirciye de geçiyor. Sean Penn, Bradley Cooper ve Tom Waits gibi isimler de “70’lerin klasik Hollywood karakterleri” olarak filme dahil oluyor. Film boyunca karakterler bizi hikayeden hikayeye sürüklüyor (bu anlamda bize American Graffiti’yi hatırlattı) ve bunu yadırgamıyoruz. Çünkü aslında hayatın ve anıların kendisi de böyle.
Filmde rastgele gibi gözüken olayları izliyoruz. Lise öğrencilerinin fotoğraf çekiminden film yıldızlarının gece yarısı motosiklet şovuna, polis istasyonlarından politikacıların ofisine, gençlik panayırlarından oyunculuk seçmelerine ve daha niceleri… Tüm bunlar olurken de arka planda 70’lerde baş gösteren Opec petrol krizini duyuyoruz. Filmin aslında hiçbir şeye cevabı yok. İzlerken de kendinizi kaptırıp huşu içinde bir gençlik anısına dalmış gibi hissediyorsunuz. Tüm bunlar olurken seyirciyi hikayeden koparmayan ve olan biteni inandırıcı kılan tabii ki başrollerdeki ikili.
Filmin geçtiği dönemde ve mekanda yayılan bir kaygı var. Hippilerin “Özgür Aşk” ateşi sönüp yerini Başkan Nixon döneminin kuşkuculuğuna bırakıyor. Bir de üstüne oranın elitleri ve dokunulmazları gibi görülen Hollywood yıldızlarını bile etkileyen petrol krizi çıkıyor. Bunları göz önünde bulundurunca, film boyunca Alana’nın zaten belirsiz olan geleceği hakkında neden bu denli hassas olduğunu anlayabiliyoruz.
Licorice Pizza iki karakterin aşk hikayeleri etrafında şekil alsa da aslında film boyunca genç bir kadının kendi yönünü bulmaya çalışmasını izliyoruz. Bu kişisel yolculukta Alana’nın farklı işler, farklı kişilikler, farklı giyim tarzları, farklı öncelikler denemesini ve hangisinin ona daha çok uyduğuna karar vermesini görüyoruz. Genellikle Anderson’ın filmlerinde odaklanılan hep bir erkek karakter olurdu. Licorice Pizza’da genç bir kadının yolculuğunu takip etmek bu anlamda da filme bir yenilik katıyor.
Film, 94. Akademi Ödülleri’nde 3 dalda aday oldu. Bunlar: En İyi Film, En İyi Orijinal Senaryo ve Yönetmenlik. Yönetmenlik’te Power of The Dog ile Jane Campion‘un güçlü bir aday olduğunu düşünüyorum. Licorice Pizza BAFTA’da aday olduğu beş daldan (En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Orijinal Senaryo, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Kurgu) bir ödülle döndü ki bu da En İyi Orijinal Senaryo’ydu. Filmin Oscar alabileceği en muhtemel dalın yine En İyi Orijinal Senaryo olduğu görüşündeyim. Ancak Licorice Pizza bu seneki Akademi Ödülleri’nden eli boş dönerse pek de şaşırmam. Hemen nedenlerine geçelim…
Licorice Pizza’ya Gelen Tepkiler
Licorice Pizza ilk yayınlandığı zamandan beri iki konu hakkında büyük tepki çekti. Bunlardan ilki başrollerdeki çift arasındaki yaş farkı ve Gary karakterinin reşit olmaması. Diğer konu ise beyaz bir karakterin İngilizce konuşurken Asyalı taklidi yapması ve bunu karikatürize bir şekilde groteskleştirmesi.
Jerry karakterinin dalga geçen aksanı eleştirmenleri ve seyirciyi bir ikileme sürükledi: Karakter ırkçı birini mi tasvir ediyordu yoksa gerçekten ırkçı bir yaklaşımı komedi unsuru olarak ele alıp seyirciye mi dayatıyordu? Bu tartışmalar filmin ilk yayınladığı Kasım 2021’de ortaya çıkmıştı ancak Licorice Pizza, Critics Choice Award ve BAFTA’dan ödülle döndükten sonra 2022’nin Mart ayında tekrar alevlendi.
Kasım ayında New York Times’la yaptığı röportajda Anderson konuyla ilgili şunları söylemiş: “Bir dönem filminin 2021’in bakış açısıyla yapılmasının hata olacağını düşünüyorum. Kristal küreniz olamaz, hikayenin geçtiği zamana bağlı kalmalısınız, dürüst olmak zorundasınız.”
Ama tabi dönemin politik olaylarını tasvir etmekle, dönemin politik olaylarını aracı olarak kullanarak ırkçı görüşleri tasvir etmek farklı şeyler. Ki bu ayrımın ne kadar göze batacağını tam olarak 27 Mart’ta, Licorice Pizza’nın üç dalda aday olduğu Oscar Töreni’nde göreceğiz.
The Media Action Network for Asian Americans (MANAA) bir bildiri yayınlayarak filmin bahsi geçen sahnelerini kınadı ve ödüllerden adaylığının çekilmesi talebinde bulundu. Ancak konuyla ilgili film ekibinden ya da festivallerden herhangi bir geri dönüş olmadı.
Gelelim diğer “problematik” konuya; ana karakterler Gary ve Alana’nın arasında 10 yaş fark olması ve Gary karakterinin reşit olmaması. Ancak filmde esas mesele ikilinin romantik ilişkisi değil. Anderson’ın da dediği gibi Gary ve Alana arasındaki dinamik, büyümenin “vıcık vıcıklığını” ve yaş ilerledikçe kaybettiğimiz parçalarımızı iyimser yoldan anlatmanın bir parçası.
Gary’nin masumiyetinin aksine filmde çizilen yetişkin erkek portreleri: Bradley Cooper’ın oynadığı egosantrik ve bayağı Jon Peters; Sean Penn’in canlandırdığı geçmiş başarılarına takıntılı Jack Holden ve Benny Safdie’nin oynadığı vali adayı Joel Wachs. Başta Joel Wachs umut vaat etsede sonrasında kendi gerçek ilişkisini gizlemek için Alana’yı kullandığını görüyoruz. Yani Anderson aslında büyüdükçe kaybedilen masumiyeti ve iyi niyeti gözümüze sokmak istercesine izletiyor bize.
Durup düşündüğümüzde Licorice Pizza kesinlikle bir aşk hikayesi değil. Film, kendini kaybedip yeniden bulmanın ve kadınların ön planda olmalarına izin verilmeyen bir dönemde kendini kanıtlamaya çalışan bir genç kadının hikayesi. Geçtiği sıkıntılı döneme rağmen gençliğe özlem duydurtan, ilk aşkın sıkıntılarını ve heyecanını anımsatan, yetişkinliğe atılan adımların tereddütlerini hatırlatan bir yakın dönem filmi diyebiliriz.
Paul Thomas Anderson’ın Müzik Videoları
Müzik, Paul Thomas Anderson filmlerinin her zaman büyük ve önemli bir parçası olmuştur. Müzikle olan güçlü bağını filmlerinde gördüğümüzden öte, kariyerinin ciddi bir kısmında müzik videoları çektiğini de biliyoruz.
“Film yaparken, işin sonunda en büyük iş birlikçiniz bir bestecidir.” – P.T.A.
Fiona Apple, Joanna Newsom, Radiohead ve Haim gibi sanatçıların müzik videolarını çekti. İşin ilginç tarafı Anderson’ın filmlerinde gördüğümüz yönetmenlik tarzıyla müzik videolarında gördüğümüz yönetmenlik tarzı arasında pek de benzerlik olmaması. Kliplerin birkaçını aşağıda paylaşıyoruz. izledikten sonra siz neler düşüneceksiniz bakalım.