Japon, Silent Light, Post Tenebras Lux filmleriyle bilinen Carlos Reygadas, bağımsız sinemanın en özgür ruhlu yönetmenleri arasında gösteriliyor. 29 Ekim Cuma günü Atlas 1948 Sineması’nda Bosphorus Film Lab’ın ev sahipliğini yaptığı bir Masterclass verdi. Kendisi için sinemanın ne olduğundan senaryo yazım ve çekim süreçlerine kadar birçok konuya değindi.
Moderatör Emrah Kılıç’ın “Sinema sizin için ne ifade ediyor?” sorusuyla başlayan ve seyircilerin sorularıyla şekillenen bir buçuk saatlik Masterclass’tan önemli bulduğumuz noktaları sizin için derledik.
Sinemanın Edebiyattan Farkı Olmalı
Carlos Reygadas, özellikle son zamanlarda sinema ve edebiyat arasındaki ayrım hakkında çok düşündüğünü söyledi. Ona göre bu iki alan ters işleyişe sahipti.
“Edebiyattaki gösteren ve gösterilen ilişkisinde harfler (gösteren) bizi hayal gücümüz ile kurduğumuz gösterilene götürür. Fakat sinemada gösteren ile gösterilen arasında böyle bir ilişki yoktur.”
Reygadas bu noktayı açabilmek için Roland Barthes’in örneğinden devam etti.
Reygadas’a göre “Karlı bir yolda bir adam yürüyordu” cümlesi eğer bir kitapta yazılsaydı okuyanın hayal gücü ile gösterilenin içi doldurulurdu. Fakat edebiyatta gösterenin, yani sadece sembollerden ibaret olan harflerin gösterilen ile alakası yoktur. Sözcükler, harfler kendi başına bir varlık değillerdir.
Reygadas’a göre sinema ise bir nebze de olsa gerçek dünyadaki varlıkları hapsedebilen bir sanattır. Bu durumda gösteren, yani filmdeki imajlar zaten gösterilen niteliği dolu olarak gelmektedir.
“Karlı bir yolda bir adam yürüyordu” cümlesi ile anlatılabilen bir sahnede izleyicinin hayal gücüne edebiyat kadar iş düşmez. Bu yüzden eğer sinemada ekranda karda yürüyen bir adam görüyorsak bunun karda yürüyen bir adam imajını aşması gerekir. Aşmadığı takdirde yani gösteren ve gösterilen arasındaki ilişki edebiyattakinin aynısı olursa bu bizi anlamların tekrar ettiği, kısır ve tek taraflı bir anlatım içeren bir alana götürür.
Sinema Tek Taraflı Olmamalı
Bu noktada Reygadas, Masterclass’ta birkaç kez değindiği üzere tek taraflı bir hikaye anlatımın peşinden koşulduğu (Hollywood, Gişe Filmleri vb.) bir sinema anlayışını sıkıcı bulduğunu ifade etti. Sinemanın gelişmesi için akıntının tersine gitmek gerekiyor, çift taraflı bir iletişimin olduğu, sinema sayesinde yakalanan varlıkların (objeler, insanlar, manzaralar vs.) izleyiciye soru sorma, orada olma fırsatı verdiği filmler yapmak ve öyle filmleri desteklemek gerekir.
Carlos Reygadas, Gilles Deleuze gibi düşünürlerin tersine sinemanın özünü montajda bulmadığını söyledi. Reygadas’a göre sinemanın özü varlık hissinin var olduğu Lumiere Kardeşlerin Trenin Gara Girişi filminde saklıydı. Sinemanın temsil becerisi, hikaye anlatma işlevindense mevcudiyet yaratarak o anda hissettirme gücündeydi.
Senaryo Benim İçin Bir Yapı Taslağı
Peki böyle bir sinema anlayışı için Carlos Reygadas’ın kendi üretim biçimleri nelerdi? İzleyicilerden gelen bu yöndeki sorular ile Reygadas kendi sistemini anlatmaya başladı. Bu noktada moderatör Emrah Kılıç, Reygadas’ın son senaryosunu okuma şansına sahip olduğunu söyledi. Senaryo 50 sayfadan oluşuyordu. Bilindik senaryoların aksine çizimler, karalamalar ile doluydu ve anlaması zordu.
Reygadas bu noktada sinema ile amatör olarak ilgilenmeye başladığından bu yana sinemanın aslında birbirini takip eden planlardan oluştuğunu fark ettiğini belirtti. Emrah Kılıç’a gönderdiği 50 sahnelik senaryo da aslında teknik senaryo olarak geçen çekilecek planların dizilimiydi. Bu yüzden üzerinde fazlaca çizim, dağınık halde kelimeler bulunuyor ve karışık gözüküyordu.
Filmi inşa eden sürecin filmdeki planların dizilimi olduğunu söylerken Reygadas senaryo yazmayı bir mimarın yapı taslağı çizmesine benzettiğini söyleyerek ekledi:
Film yapmak pahalı bir süreç. Ve bu paraya sahip olanlar çoğu kez yapımcılar oluyor. Yapımcılar da filmin görsel dili ile o kadar ilgilenmiyorlar ve evlerinde çay içerken okuyabilecekleri bir hikaye olarak bakıyorlar.
Aynı mimarların yapıyı tasarladıktan sonra bu yapıların temiz bir gökyüzü, mutlu insanlar içeren görselleştirmeler ile satacakları kişilere bittiğinde neye benzeyeceğini göstermeleri gibi yapımcılara da hikaye odaklı bir senaryo taslağı gerekiyordu.
Reygadas’a kendi senaryo sürecini içeriksel olarak taşıyan şeyler sorulduğunda senaryonun onun için bilinçdışından öğeler içeren bir bavula benzediğini söyledi. Senaryolarını oluştururken rüyalar, o sıralar düşündüğü şeyler, kişisel farkındalıklarını içeren bir bavul ile yola çıktığını söyledi.
Senaryo yazarken aklında net görsel planlar olduğunu ve bunları tasvir ettiğini söyledi. Fakat çekime zihninde kurduğu görsel dünyayı bire bir kurmak üzere gitmediğini, set anında kendini geri çekip dış dünyada bu imajların karşılığını aradığını ve bazen kendi hayal ettiğinden çok daha güzel görüntüleri bu yol ile yakaladığını söyledi.
Aynı şekilde senaryo sürecinde net olan diyalogları, set sırasında geri çekilerek kafasındakine yakın bir şekle gelmesini beklediğini söyledi. Mesela sahnedeki diyalogları ve olacakları çok net bir şekilde yazdığı halde, dil sürçmelerine, bir sineğin kadraja girişine izin verdiğini anlattı.
Yavaş ve Sessiz Çalışıyoruz, Klaket Vurmuyoruz
Carlos Reygadas’ın setinde çalışmak neye benzer? Masterclass’tan birkaç ipucu:
- Çok az yapay ışık kullandığı için mekan keşfi Reygadas için önemli. Keşif uzun sürüyor çünkü çekim mekanlarında güneşin hareketleri detaylıca inceleniyor.
- Küçük ekipler ve uzun süre zarfında çalışılarak setten acele edilmiyor. Çoğunlukla sabah bir sahne, öğleden sonra bir sahne şeklinde çalışılıyor.
- Sette klaket vurulmuyor, sessizlik hakim oluyor.
- Oyuncularla çok prova almıyor, genellikle setten 1-2 saat öncesinde diyaloglarını anlatıyor.
Yönetmen Olmasam Çiftçi Olurdum
Gelen sorunun ardından Reygadas yönetmen olmasaydı çiftçi olacağını, zaten hali hazırda bir çiftlikte yaşadığını söyledi.
Burada bir parantez açmak gerekirse Reygadas, hayatının başından beri sinema ile uğraşan bir insan değil. Masterclass’ta uzun bir süre avukatlık yaptığını fakat ofis hayatının onu çok mutsuz ettiğini söyledi.
Belçika’da bir film okuluna başvuran fakat kabul edilmeyen Carlos Reygadas, oradaki arkadaşları ile filmler yapmaya başlamış. Sesçi ile beraber kayalıkların üzerinde oturur sessizce atmosfer sesi kaydederlerken hayatında ilk kez bu kadar mutlu hissettiğini fark etmiş ve sinema ile uğraşmaya karar vermiş.
Reygadas kurgu sürecinden çok bahsetmedi fakat altyazı koyarken cümlelerin nerede kesileceği, devam eden cümlelerin noktalama işareti ile belirtilmesi gibi detayların bile sinema ile göbekten bağlantılı olduğunu söyleyerek kurgu sürecinde de aynı özene sahip olduğunun ipuçlarını verdi.
Masterclass biterken ve herkes Carlos Reygadas’ın en az filmleri kadar ilham veren sinema anlayışından büyülenmişken Reygadas, Masterclass boyunca altını çizdiği, mevcudiyete önem veren ve tek taraflı olmayan sinema için mücadele etmek gerektiğini söyleyerek izleyicilere veda etti.