Gerçekçiliğin (realizm) ne olduğunu isminden de az çok tahmin edebiliyoruz; kati surette gerçeğe uymak. Gerçeküstücülük (sürrealizm) ise gerçekçiliğin kurallarını ve beklentilerini alıp altüst eder. Filmciler bu özgürlüğü ve yaratıcı ifadeyi yıllardır benimsemiş ve film tarihinin en önemli filmlerinden bazılarını bu çerçevede üretmişlerdir.
Gerçeküstü Ne Demektir?
Sürrealizm bize fikirlerimizi olabildiğince çekincesiz ve ham olarak paylaşma olanağı sağlar. Bu yazımızda bazı ustalar tarafından sürrealizmin nasıl kullanıldığını inceleyeceğiz ki kendi işlerimize de daha iyi bir şekilde uygulayabilelim.
Hemen küçük bir örnekle başlayalım: Bir kişi sokakta yürüyor. Bir anda gözüne sağ tarafta bir şey takılıyor. O tarafa baktığında başka bir sokağın ortasında kurulu mahkeme salonu görüyor. Ama insanların oturduğu sıralar kağıttan yapılmış. Mahkemenin ortasında bir adam tavandan düşüp kırılan cam avizenin parçalarını toplamaya çalışırken mızıkasını çalıyor. Hakimse bir at ve cübbesi göğe kadar uzanıyor.
Gerçeküstücülük Nedir?
Gerçeküstücülük 1924 yılında André Breton tarafından ortaya atılan bir sanat hareketidir ve Manifeste du Surréalisme (Sürrealist Manifesto) isimli kitapla sınırları belirlenmiştir. Yıllar içinde, sürrealizm bir sanat akımı olmasının yanında bir teknik olarak da görülmüştür.
Gerçeküstücülüğün Temel Noktaları:
- Rüyalar ve kabuslar
- İnsan ancak insani değil
- Gerçeklikten kaçış
100 yıldan fazladır sürrealizm, sanatçılara kolektif bilinçaltlarını özgürce ifade etme olanağı sağlamıştır. Sonucunda da dünyanın gördüğü en provokatif ve etkileyici işler ortaya çıkmıştır.
Gerçeküstücülüğün Çıkış Noktası
Sürrealizm “resmi” olarak 1924’te Paris’te doğmuş olsa da tohumları çok daha öncesinde atılmıştır. Hareketin erken dönemlerinde çoğunlukla Karl Marx, Sigmund Freud ve Carl Jung’un çalışmalarından etkilenilmiştir.
Sürrealizmin kökleri epistemolojiye dayanır. Epistemoloji yani bilgi biliminde iki temel perspektif vardır: Rasyonalizm yani akılcılık ve emprisizm yani deneycilik.
Rasyonalizm der ki; dünya ne ise odur, bir gerçekliğin içinde yer alır ve gerçek o gerçekliktir. Emprisizme göreyse dünyanın gerçek olup olmadığını bilmek imkansızdır. Bu yüzden gerçekliği duyularımıza güvenerek inşa etmeliyiz.
Peki gerçeklik değiştirildiğinde, bozulduğunda ve hatta gerçeklikle yok sayıldığında ne olur? İşte o zaman ortaya çıkan şeye gerçeküstü diyebiliriz.
André Breton, Man Ray ve Salvador Dalí gibi sanatçılar sürrealist teknikler kullanarak alanlarında önde gelenler olmuşlardır. Birçok açıdan bakıldığında sürrealizm Birinci Dünya Savaşı’nın küllerinden doğmuştur. Boyutu ve etkisiyle Birinci Dünya Savaşı Avrupa’yı ve Avrupa’da yaşayan herkesi derinden etkilemiş ve sonsuza kadar değiştirmiştir. Breton Birinci Dünya Savaşı’nda sağlıkçı olarak görev almış ve birçok gazi gibi o da savaştan bambaşka bir insan olarak dönmüş. Breton için artık normale dönmek gibi bir seçenek mümkün değilmiş. Savaştaki diğer herkese olduğu gibi hayat Breton’a da gerçek renklerini göstermiş. “Toplum”umuz duvağının ardında duran gerçeği çok güzel maskeliyormuş.
Bizi rasyonalizme zincirleyen kısıtlamalardan kurtulmanın tek gerçek yolu bilinç dışını açığa çıkarmaktır. Peki bir kişi bilinç dışını nasıl açığa çıkarabilir? Tabii ki sanatla.
Breton hareketinin başlamasıyla beraber sürrealizm sinemada da hemen popüler oldu. Parisli sanatçılar ve Dadaistler sık sık bir araya gelip fikirler paylaşıp tartışıyorlardı. Sanatçılar çalışmalarını birbirleriyle ve topluluklarıyla paylaşırdı. 1920’lerin ortalarına tekabül eden bu dönem, sanatçıların çalışmalarına yaklaşımlarında radikal bir değişimin olduğu dönemdir.
Salvador Dalí gibi sanatçılar üretim yaptıkları sanat dalına bağlı kalmadan eserler üretiyorlardı. Dalí tablolarıyla meşhur olsa da bir zamanlar yönetmenlik de yapıyordu.
SÜRREALİST FİLM ÖRNEKLERİ
The Seashell and the Clergyman (Deniz Kabuğu ve Rahip) (1928)
Germaine Dulac’ın Deniz Kabuğu ve Rahip filmi büyük bir çoğunluk tarafından ilk sürrealist film olarak kabul edilir.
Film genç bir kadını arzulayan ve onun hayalini kuran rahip hakkındadır. Günümüz film eleştirmenleri filmin hikayesi ve muhteşem kurgusu ile zamanının oldukça ilerisinde olduğunu söyler.
Un Chien Andalou (Endülüs Köpeği) (1928)
Deniz Kabuğu ve Rahip büyük bir çoğunluk tarafından ilk sürrealist film olarak görülse de bu ünvanı Buñuel ve Dalí’nin 1929 yapımı filmi Endülüs Köpeği’nin gölgesinde kalmıştır. Sürrealist sinemanın nasıl başladığını biraz daha iyi anlayabilmek için filmden bir sahne izleyelim:
Eğer “Ne izledim ben şimdi?” diye düşünüyorsanız harika. Çünkü sürrealist sinemanın mantıklı olmak gibi bir derdi yok. Daha doğrusu bizim normal kabul ettiğimiz “mantıklı” kavramına göre öyle bir derdi yok. Sürrealist sinema hissiyatlarla ilgilidir. Filmler her zaman bize belli şeyler hissettirir: Mutluluk, kafa karışıklığı, sinirlilik, üzgünlük…
Sürrealist bir filmin her karesini analiz etmeye çalışmak deliliğe kadar gidebilir. Bunun yerine kritik düşünmeyi dizginleyip filmin hissiyatına odaklanmak daha keyifli bir deneyim sağlayacaktır.
Spellbound (Öldüren Hatıralar) (1945)
1940’lara gelindiğinde sürrealist sinema tüm dünyada bilinir hale gelmişti. Alfred Hitchcock ve Walt Disney gibi yönetmenler Salvador Dalí gibi konunun uzmanlarının yardımlarıyla sürrealizmi kendi filmlerine uyguluyorlardı.
Öldüren Hatıralar filminde Dalí tarafından tasarlanan sürrealist bir rüya sekansı bulunur. Hemen izleyelim:
Filmin oyuncusu Ingrid Bergman’ın söylediğine göre bu rüya sekansı başta 20 dakikaymış, sonradan 2 dakikaya düşürülmüş. 2 dakika da olsa sürrealist bir sekansın böyle bir stüdyo filminde yer alması oldukça büyük bir gelişmeydi.
Destino (1945-2003)
Spellbound çıktıktan sonra Dalí, Walt Disney’in kısa filmi Destino‘nun çizimlerini yapması için işe alındı. Ancak Disney’in o zamanki yeterli olmayan kaynakları sebebiyle proje rafa kaldırıldı.
Destino‘ya ilk başlandıktan 54 yıl sonra, Roy E. Disney projeyi tekrar gündeme getirdi. Kısa film 2003 yılında tamamlandı ve Oscar adayı oldu. Kısa filmin son halini izleyelim:
Destino klasik sürrealist sinema göndermeleriyle dolu. Elin gözüktüğü sahneye dikkat ettiniz mi? Direkt olarak Buñuel ve Dalí’nin Endülüs Köpeği filminde elinden karıncalar çıkan genç adamın olduğu sahneye atıf niteliğinde.
8 ½ (1963)
La Dolce Vita ile büyük bir başarı yakalayan Federico Fellini daha sürrealist filmlerle denemeler yapmaya başladı. Fellini’nin 8 ½’u gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri olarak kabul edilir ve sürrealizmi büyük etki yaratmak için kullanır. Filmin açılış sahnesine bakalım:
Burada Fellini’nin Carl Jung’un çalışmalarından esinlendiğini biliyoruz. Fellini’nin kariyerinin bir döneminin Jung’un rüyaları değerlendirme biçimi tarafında oldukça etkilenmiş olduğunu görürüz. Jung’a göre rüyalar iki düzeyde yorumlanabilir: İlki, kişilerin çevrelerindeki insanlarla ilişkilerinin yorumlandığı nesnel yorum düzeyidir. İkincisi ise kişilerin kişilik özelliklerine göre rüyalara yansıyan sembollerin yorumlanması gereken öznel yorum düzeyidir.
Kolektif bilinç dışının varlığı sebebiyle farklı kültürlerden ve geçmişlerden gelen insanların dünyayı ortak bir algılama biçimi vardır. Peki bu durum sürrealizmle nasıl bağdaştırılabilir? Aslında sürrealizmle alakalı soruların çoğunda olduğu gibi bu sorunun da net bir cevabı yok. Ama rüyaların Jungçu yorumlanışında sistemlerin nasıl işlediği ve bu işleyişin bireyler üzerinde nasıl bir etkisi olduğuna odaklanılır.
La Città Delle Donne (Kadınlar Kenti) (1980)
Sigmund Freud’un ise rüyalara bambaşka bir yaklaşımı vardı. Rüyaların Freudyen yorumlanışında cinsellik ve arzulara odaklanılır. Fellini’nin birçok filminde karakterler genelde en temel ve dünyevi köklerine kadar indirgenir. Fellini, sürrealist sinemanın başyapıtlarından kabul edilen Kadınlar Kenti’nde Freudyen yaklaşımı kullanmıştır.
Kadınlar Kenti arzulamak hissiyatı etrafında şekillenir. Cinsellik genellikle Fellini filmlerinin odağında olmuştur ama hiçbir filminde Kadınlar Kenti’ndeki kadar merkezde olmamıştır diyebiliriz.
Eraserhead (1977)
Herhalde yaşayan en ünlü sürrealist yönetmenlerden biri David Lynch. Lynch’in ilk uzun metrajlı filmi Eraserhead, büyük bir çoğunluk tarafından klasik sürrealizmin rönesans eseri olarak adlandırılıyor. Lynch, Eraserhead ile saygı duyulan otör yönetmen olarak görülmeye başlandı. Filmin çıkışından sonra farklı alanlara yönelse de dahi yönetmen sürrealizmin etkisinden hiç çıkmadı.
Being John Malkovich (John Malkovich Olmak) (1999)
Charlie Kaufman tarafından yazılıp Spike Jonze tarafından yönetilen John Malkovich Olmak 1999 yılında yayınlandı. Birçok sürrealist filmde karakterleri başka bir dünyaya geçirmek için bir nevi “tavşan deliği” kullanılır. Bu delikten geçtikten sonra karakterler gerçeküstü veya fantastik bir durumla karşılaşır. John Malkovich Olmak’ta da bir kuklacı bu tavşan deliğinden geçer ve kendini aktör John Malkovich olduğu bir dünyada bulur.
John Malkovich Olmak sürrealizmin ilk dönemlerine birçok referansta bulunur. Filmin en büyük öğretilerinden biri: Kendimizi özgürleştirmek için kolektif bilinçaltımızı açığa çıkarmalıyız. Yani Breton’un yaklaşık yüz yıl önce söylediği şey.
Sinemada Gerçeküstücülüğün Amacı Nedir?
Sinemacıların Sigmund Freud ve Carl Jung gibi düşünür ve bilim insanlarından çok şey öğrenebilecekleri gibi, filozoflar ve bilim insanları da Buñuel, Fellini ve Lynch gibi sinemacılardan birçok şey öğrenebilirler.
Sürrealist sinema bizi bilinmezliğin geniş evreninde dolaştırırken aynı zamanda kendi içimize dönmeye zorlar. Kendi içimize döndüğümüzdeyse, özde herkesle ne kadar aynı olduğumuzu keşfedebiliriz.
Kaynaklar:
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/809382
https://www.studiobinder.com/blog/what-is-surrealism-definition/
https://www.gordiondanismanlik.com/blogs/27/klasik-psikanalitik-yaklasim