Kiralık Kameracım’ın “Sektördeki Kadınlar Anlatıyor” adlı yeni YouTube serisi’nde ikinci bölümün konuğu İçim Şenol’du. Röportajı sizin için yazıya döktük. İyi okumalar!
2011 yılında kamera grubunda çalışmaya başlayarak sektöre adım atan İçim Elif Şenol, o zamandan beri çeşitli film/video prodüksiyonlarında görüntü yönetmeni, kameraman, kamera asistanı olarak çalıştı. Bir yılını Santa Fe, NM’de endüstride çalışarak ve okuyarak geçirdi. Şu anda İstanbul’da serbest kameraman ve yapımcı olarak çalışmakta.
“Sektördeki erkek egemen geleneğin mazide kaldığı konusunda çoktan hemfikiriz. Fakat gündelik iş akışında bu anlayışın kalıntıları ile hâlâ karşılaşıyor olduğumuz da bir gerçek. “Setteki Kadınlar Anlatıyor” video serimizde set emekçisi kadınlar, setlerde çeşitliliğin korunması için verdikleri mücadeleden ve onları bugüne getiren kişisel yolculuklarından anekdotlar paylaşıyorlar.
İlk sezonun başrollerinde, değerli vakitlerini ayırıp farkındalık yaratmak için harekete geçen Ece Latifaoğlu, Edze Ali, Ezgi Nalçacı ve İçim Şenol olmak üzere, bu konuda fark yaratmaya çalışan bütün set emekçilerini alkışlıyor ve destekliyoruz.”


Kısaca kendinden bahsetmek ister misin?Sektöre nasıl başladın?
Ben İçim, 27 yaşındayım. 10 senedir sinema sektöründeyim. Şu anda aktif olarak videography ve kamera operatörlüğü yapıyorum. Lisede Radyo-Sinema-Televizyon yapımcılığı okudum. Ardından Bilgi Üniversitesi’nde sinema bitirdim. Bir süre Amerika’ya gidip orada da eğitim gördüm.
Sektöre başlayışım aslında çok farkında olmadan oldu. Sinema okumaya sanırım 12 yaşında falan karar vermiştim. 14 yaşında lise sayesinde başlamış bulundum. Yıllar sonra babamın yurtdışından getirdiği handy cam’in görüntülerine baktık. Benim hiç normal video’m yok. Hep “Bana da ver, ben çekeyim,” derken çıkmışım. Demek ki içimde varmış hep.
12 yaşındayken korku filmi yönetmeni olmaya karar vermiştim. “İletişim Lisesi” diye bir şeyin olduğunu fark edince direkt orada Radyo-Sinema-Televizyon okumaya başladım. Bizim lise sistemi şöyleydi: İlk sene normal lise derslerini okuyorsun, sonra alan seçiyorsunuz. Ben Radyo-Sinema-Televizyon seçmiştim. Sonrasında bir daha bir seçim oluyor: Teknik ya da yapım şeklinde. Ben yapım okudum.
Son sınıfta staj yapmaya başlamıştık. Benim lisem o dönemin büyük bir medya şirketinin vakıfına bağlı bir liseydi. Bu yüzden herkes stajını televizyonda yapıyordu. Ben televizyon istemediğimi düşündüğüm için o dönemin büyük rental, kiralama şirketlerinden birinde staj yapmaya başladım. Ardından kamera asistanlığı stajı başladı.
Sonrası zaten üniversite. Sinema okumaya devam ettim. Yani sektöre girmek farkında olarak verdiğim bir karardı ama o kararı nasıl ve ne şekilde verdiğimi hatırlayamıyorum çünkü ben bu sektöre gireli neredeyse 20 yıl olmuş diyebiliriz.
En keyif aldığın projeler nelerdir?
Uzun zamandır sektördeyim ve aslında düşününce sanırım en keyif aldığım anlar, aslında benim yaş grubumun deneyimlemesinin biraz daha zor olduğu anlar olabilir. Çünkü İstanbul Kamera o dönem Türkiye’nin muhtemelen en büyük rental şirketiydi. Çok fazla ekipmana dokunabiliyordum ve film kameraları ile çok fazla temasım oldu. Biz stajyerler olarak 16mm ile, 35mm ile çalışıyorduk. Çeşitli hızlar deniyorduk, film yerleştiriyorduk. Film kameraları ile temas edebilmek bu yaş grubu için gerçekten özel bir şey bana kalırsa.
Yine bununla bağlantılı olarak 2,5 sene önce, Amerika’da birlikte okuduğum bir arkadaşım, bitirme filmini Türkiye’de çekmeye karar verdi. 16mm’yle çalıştık ve ben fokus yapıyordum. Sanırım düşününce hiç bu kadar keyif almamıştım fokus yapmaktan. Aynı zamanda fokus yapmak hiç bu kadar riskli de olmamıştı bir yandan. Çünkü hem alışkın olduğum bir şey değil, hem de maddi olarak büyük bir sorumluluğun altındasın. Bir şeyi mahfettiğin zaman bütün bir film gidebilir. Her şeyi manuel olarak hesaplayıp yapıyorsun. Fokus peak yok mesela. O kadar alışmış ki gözümüz peak olmasına. Peak’siz, göz ayarı, lazermetre ile ölçerek fokus yapmak gerçekten inanılmaz bir deneyimdi. Sanırım mesleğimden en keyif aldığım anlardan biriydi.
Öte yandan fokus yapsam da uzun süre kendime focus puller diyemediğim de bir gerçek. Santa Fe University of Art and Design Üniversitesi’nde prodüksiyon okurken bizim okulun bir projesi vardı. Bir kısa film çekiyorsun, Hollywood’dan mentörler geliyor. Senin işinin mentörü sana Hollywood standartlarını anlatıyor ve seni gözlemliyor. Ben bu projede focus puller’dım. Bir sahnede olaylar öyle gelişti ki ben hem arka odadayım hem de kendi monitörüm yok. Ama bir şekilde de o sahnenin çekilmesi lazım. Steadicam oradan koşuyor, kız oradan kovalıyor falan deliriyoruz. Üç tekrar alındı. Ne yaptığımın tam olarak farkında olmadan yaptım fokusu. Rejiye dönüp tekrarı benim yüzümden mi aldık diye sordum. “Hayır hayır, fokus tamamdı,” dedi. Baktım oluyor, baktım yapabiliyorum. Ve aslında o keyif aldığım anlardan birini de tam olarak orada yaşadım. Remote’u çıkarttım dedim ki “Ben fokusum artık, yapabiliyorum.” Sonra Amerika’da çeşitli projelere focus puller’lık yaptım. Çok da keyif aldım bundan.
Türkiye’ye nasıl döndün?
Dernek, ben gitmeden önce kurulma aşamasındaydı Türkiye’ye döndüğümde ise kurulmuştu. Öyle olunca benim yeniden stajyer olmam gerekti. Aslında bürokrasi ile uğraşıyorsunuz. Ekipler değişmiş oluyor, onlarla yeniden tanışıyorsun. İnsanlara kendini hatırlatıyorsun falan. Sonra fark ettim ki ben videodan da çok keyif alıyorum. Hem ne zaman canım isterse sevdiğim bir ekiple yine fokus yapabilirim. Zaten şu an o şekilde ilerliyor benim için işin fokus kısmı. Ve bir noktada kendimi tam zamanlı videogprapher olarak buldum.

Kadın olarak sektörde bulunmak nasıl?
Şu anda şartlar değiştiği için, hala değişmekte olduğu için çok mutluyum. Çünkü 2011 yılında ben başladığım zaman kadın asistan sayısı çok azdı. Ve ekipler de erkek erkeğe olmaya çok alışkınlardı. Ekipmanlar büyüktü, ağırdı. Bir yandan var olma çabası gösterirken bir yandan fiziksel zorluklarla uğraşılıyordu. İnsanlar sana nasıl davranacağını bilmiyordu. Benim handikapım şuydu. Hem kadındım hem 17 yaşındaydım. Hem çocuksun hem kadın hiçbir şekilde uyum sağlayamıyorsun. “Aa biz mobbing yapıyoruz ya” farkındalığında olan biri de yoktu. Mobbing’in tanımı o zaman çok farklıydı. Dolayısıyla düşününce şimdi gerçekten nasıl devam etmeye karar verdiğimi bilemiyorum. Zordu, çok zordu. Sonra tabii şartlar biraz daha değişti. İnsanlar bilinçlendi. Sayılarımız çok arttı neyse ki ve her gün daha da fazla oluyoruz. Bu muhteşem bir şey.
Ben yıllardır aslında benden bir asistan sorulduğu zaman ya da benim bir şey çekmem istendiği zaman çevreme işlerine güvendiğim, gerçekten muhteşem kadınları toplamaya çalışıyorum. Çünkü biz bize yetiyoruz gerçekten ve harika işler yapabiliyoruz. Onun haricinde sektörün bilinçlenmesi gerekiyor. Yani dediğim gibi saygı çok önemli. Benim olmadığım biri gibi davranmamın istendiği durumlar yaşadım geçmişte. Artık çok az oluyor bu ama bunun sonlanması gerekiyor. Ama ben öte yandan umutlu ve mutluyum açıkçası çünkü harika kadın asistanlar var, harika görüntü yönetmenleri var, harika videographerlar var ve birbirimizi desteklememiz gerekiyor. Birbirimizi destekleyeceğiz ki biz ortada olacağız. Hiçbir zaman kendimizi geri çekmeyeceğiz.
Hala aktif bir şekilde bu işi yapmamdaaslında biraz videography’nin de payı var. Sistemini, kurallarını bizim koyduğumuz bir alana dönüştü videography. Ben ve benim birkaç jenerasyon üstüm ve altımla beraber başladığı için. Daha insancıl, daha barışcıl daha saygılı bir sistem kurmaya çalıştık. Artık saygının ne kadar önemli bir şey olduğunu ve herkesin herkese insan gibi davranması gerektiğinin hepimiz farkındayız.
Bu bilinç gerçekleşmeseydi benim için devam etmek çok zor olurdu. Ama devam ederken buldum kendimi bırakmaya da hiç niyetim yok.
Önümüzdeki 5 yıl için planların neler?
Son 1 sene içerisinde pandemi ile de beraber karşılaştığım iş fırsatları ile işin yapım kısmına kayar, birazcık daha işin prodüksiyonunu yapar halde buldum kendimi. Sanırım önümüzdeki 5 sene içinde de bunu yapacağım. Daha teknik ve kamera kısımları gerçekten zevk alabildiğim noktada devreye girecek.
Her işte olduğu gibi sevdiğim bir şey yaparak hayatımı geçindirebilmek muhteşem bir şey. Ama bu aynı zamanda da şöyle bir şeye neden olabiliyor: En son ne zaman zevk alarak bir yerde bir şeyi kendim için, kendi adımı koymaktan çok zevk alarak çektiğimi hatırlamıyorum. O yüzden umarım önümüzdeki 5 sene içerisinde sadece kendi istediklerimi çekebildiğim, ama aynı zamanda da insanlara iş alanı tanıyabildiğim, tanımlayabildiğim, kendi prodüksiyonlarımı yapabilirim.
İçerik olarak değişebilir bunlar ama yaşayış olarak “Çalışsam mutlu olurdum,” dediğim prodüksiyonlar kurmak istiyorum.
Amerika’dan döndükten sonra Türkiye’de çalışmaktan çok zorlandım. Çünkü oradaki sistem çok güzel işliyordu. Bünyem ona alışkınlı. Burada her şey harala gürele ve hızlı ilerliyor. Su içmeye vaktimiz yok, hiçbir şeye vaktimiz yok. Geçmişte bazı insanlarla bu yüzden çatıştım diyebilirim. Ve bazıları benimle çalışmak istemediklerini söylediler. Çünkü benim asistanım açsa ben yemek yemeyeceğim, ben oturuyorsam asistanım ayakta durmak zorunda değil. Ya da tam tersi.
Şunu fark ettim, kendi ekibimi kurduğum zaman evet kendi ekibimin standartlarını koruyabiliyorum ama diğer hiçbir şeyde hiçbir söz hakkım olmuyor. Ama ben yapımcı olduğum noktada -umarım bunu kaybetmem- demin dediğim gibi ben çalışsam mutlu olurdum dediğim seti yaratabiliyorum. Herkesin karnının tok, sırtının pek, suyunu içebilmiş, yemeğini yemiş mutlu çalıştığı ortamlar yaratmak istiyorum ve umarım beş sene içerisinde de bunu yapacağım.
Yeni başlayanlara tavsiyeleriniz neler?
Öğrencilere ya da sektöre yeni girecek insanlara hep şeyi öneriyorum. Bir rental’da birkaç ay bile olsa belirli bir süre çalışmak ya da var olabilmek bence çok önemli. Ben bunun faydasını çok gördüm kendi adıma. Küçük set, büyük setten önce ekipmana temas çok önemli. Bunu en güncel olarak takip edebileceğim yer de rental firmaları. Çünkü yeni ne varsa oraya geliyor. Sadece bir kamerayla değil bir sürü kamerayla ve bir sürü sektörden insanla karşılaşmış oluyorsun ve sette çalışarak 2 yılda edineceğin network’u ve ekipman temasını bir rental’da birkaç ayda bile yapabilirsin aslında. Çünkü herkes gelip gidiyor oraya. Her ekipman gelip gidiyor. Bir şekilde bir şeyleri kurup kendi kendine bile yapabiliyorsun.
Onun haricinde de büyük set mi küçük set mi derseniz, buna cevabım: Nerede mutluysanız orası. Yani bazı arkadaşlarım var, videography sevmiyor, küçük ekipmanla oynamayı da sevmiyor. “Ben Alexa’larla koşacağım, Red’lerle atlayacağım” diyor. Tabii ki lütfen buyur.
Orada aslında biraz genç de olsan neyi yapmaktan keyif alacağın ile alakalı bir şey var. Gözlemlemek için ikisinde de bulunmak şart. Ama gerçekten önemli olan “Sen ne istiyorsun, sana ne hizmet ediyor?” Ve sen neye hizmet ederken mutlusun?
Rekabet çok fazla. Kameran varsa bir şey çekebiliyorsun ve bunun karşılığını da bulabiliyorsun çok kolayca. Sevdiğin işi bulmak çok önemli. Böyle bir alan yoksa yaratmak çok önemli. Bazı kalıplara ve bazı iş tanımlarına uymaktansa aslında gerçekten kendileriyle birazcık zaman geçirip mutlu oldukları alanı bulmak çok önemli. Bunu yaptığın zaman her şey zaten çok kolay oluyor. Çalışmaktan da yorulmuyorsun. Akıyor gidiyor her şey.