Levent Öztürk’ün “Sinema’da ve TV’de Renk” kitabı, sadece Türkiye’de değil dünyada da eşine nadir rastlanan bir kaynak. Şimdi +200 madde, birçok değişik yeni bölümü ve ciltli baskısı ile daha da başucu kitabı niteliğinde.
Levent Öztürk ile yeni baskıyı ve kitabın ilk adımlarını konuştuk. İyi okumalar!
Shootbetter: Öncelikle fikir nereden çıktı?
Levent Öztürk: Kitap benim öğrenme yolculuğumla başladı. Sektöre ilk başladığımda etrafımda birçok terim vardı. Yeni bir dil öğreniyor gibi hissetmiştim. Terim terim neyin ne olduğunu öğrenmeye, anlamaya çalışıyordum. Çünkü sektörde çalışırken şunu fark ediyorsunuz ki terimler, çoğu kişi için farklı şeyler ifade ediyor. “Sinematik” tanımının sizin için başka, benim için başka anlamları var. Ya da “Kontrast”ın. Örneğin “Siyahların yüksek olması”. Bu kimi için daha gri bir siyah kimi içinse çok daha derin siyahlar anlamına geliyor. Teknik olarak düşündüğüm zaman siyahların yüksek olması demek, benim için siyahların biraz daha gri olması demek. Biraz daha düşük kontrastlı bir görüntü demek aslında.
İşte bu gibi muğlaklıklar arasında yol gösterici olma hedefi taşıyor bu kitap. Bir sözlük formunda; fakat amacım, “Herkes için bir ortak dil oluşturalım, Türkçe karşılıklar bulalım, aman Türkçe kullanalım.” falan değil kesinlikle. Bu çok zor. Ortak dil her zaman İngilizce olacak. Daha çok kitabı okuyan kişinin daha iyi anlaması üzerinden gidiyorum. Bu yönde bazı Türkçeleştirme girişimlerim oluyor. Örneğin LUT. Hiç LUT bilmeyen biri bu kavramdan hiçbir şey anlamayacaktır. LUT, Look Up Table’ın kısaltılmışı. Renk Görünümü Tablosu diye çevirebilirsiniz. Ama bu çeviri bir şey ifade etmiyor. O yüzden onu “Renk Kalıbı” olarak koydum kitaba. Bu şekilde daha rahat anlaşılacağını düşündüm. Örneğin color grading/color correction farkı. “Grading” baktığınızda derecelendirme, sınıflandırma olarak geçiyor ve bence fazla bir şey ifade etmiyor. Ben şu şekilde basitleştirdim: Color correction, renk düzeltme; color grading, renk düzenleme.
Öte yandan da bazı terimler bizde oturmuş halde olduğu için onları değiştirme cesareti gösteremedim. Örneğin Color Space. Renk uzayı değil aslında. Renk alanı olarak kullanmak gerekiyor ama bunu ben değiştiremem. Oturmuş bu şekilde.
Tüm bunların yanında paylaşmayı çok seviyorum. Birlikte radyoculuk yaptığım şu anda da tanınan bir radyocu olan Vural Özkanyıllar sonra bana şöyle bir geri dönüş yapmıştı: “Abi ben senin yanına gelmiştim, bir şey sormuştum. Bana bir saat falan anlatmıştın.” dedi. Ben ona neyi anlattığımı unutmuşum ama bana böyle bir geri dönüş yapması o kadar hoşuma gitti ki bunun maddi bir karşılığı yok. Demek ki bu insanın hayatında bir yer etmişim. Böyle bir yapım var. Bu işi bana kimse öğretmedi. Bir ustam da olmadı. Tamamen kendi kendime öğrendim. Böyle bir süreç yaşadım ve böyle yapan insanlara da destek olayım istiyorum. Bunun gibi motivasyonlarla doğdu bu kitap diyebilirim.
S: Kitabın ilk hali bir Word dosyasına yazılmaya başlayan terimler mi diye düşünüyorum bazen.
LÖ: Aslında el yazısı ile ilk tohumlarını atmıştım. Yedi-sekiz yıl önce OktoStore’da Da Vinci eğitimleri veriyorduk. Yanımda notlarımla gidiyordum. Renk yapmaya on sene önce başladığımda zaten notlarla çalışmaya başlamıştım. Şahsi olarak not almayı çok seviyorum ve yazarak daha iyi anlıyorum. Hep yazarak çalışıyorum. İlerledikçe notlarımı bilgisayara geçirdim. Çünkü bir indeksleme yapmam gerekiyordu.
Kitabın çok basit bir versiyonunu yaklaşık dört yıl önce Blackmagic’in Türkiye’deki ilk etkinliğinde meydana çıktı. Kitapçık formunda notlarımı derledik. Sonrasında üç dört yıl sonra kitabın ilk baskısı geldi. Bu aradaki yıllarda kitap çok gelişti ve evrildi.
S: Yayıncı bulma serüveni nasıl ilerledi?
Birçok yayınevi ile görüştüm. Ben sonuçta Ahmet Ümit değilim. Çok özel, niş bir kitap. Kitabı anlatıyorsunuz ama onlara göre sinema kitabı demek senaryo kitabı demek. Senaryoyla ilgili bir kitabınız varsa onu bastırabilme ihtimaliniz bunun gibi bir kitaptan çok daha fazla. Renkle ilgili bir bilgileri yok. Piyasada da böyle kitaplar yok baktığınızda. Sonra OktoStore’la dedik ki biz bu kitabı kendimiz basalım. İlk baskı 1000 adet basıldı. İnsanların tepkisinin nasıl olacağını merak ediyorduk. 1000 adet kitap altı ay içerisinde tükendi. Çok hızlı bitti. Böyle bir açlık varmış demek ki. Kulaktan kulağa yayıldı sanırım.
S: İkinci baskıda bizi neler bekliyor?
LÖ: Daha ilk baskıyı hazırlarken ikinci baskıya bazı şeyleri bırakmıştım zaten. Mesela bir Türkçe-İngilizce sözlük, bazı eklemem gereken yeni maddeler ve yeni kitap bölümleri. Bir sene içerisinde de dünyada birçok yenilik oldu, onları da ekleyeyim falan derken iki sene sonra falan ikinci baskı hazır oldu.
Özellikle HDR ile ilgili eklemek istediğim birçok şey vardı. Aslında ilk baskıda da var; ama ikinci baskıda vaktim olduğum için daha derinlemesine terimlere girişme şansım oldu. HDR terimlerine, teknolojilerine, HDR teslimatlarına, gösterim standartlarına, farklı yayıncıların taleplerine kadar birçok şeyi ekledim.
Bu arada benim de HDR işler yapabilme fırsatım oldu. HDR uzun metraj olarak ise Disney Türk’e Yönetmenliğini Hakan Algül’ün Görüntü Yönetmenliğini ise şu an da da GYD başkanı Gökhan ATILMIŞ’ın yaptığı Bursa Bülbülü’nü yaptık. Tüm bu deneyimleri biraz daha gelişmiş olarak kitaba ekleyebildim. 300-400 madde birikmişti o bir sene içerisinde. Onları da ekledim. Böylece 1030 madde’ye çıktık. İlkinde 800 küsürdü.
Bu kitapta farklı olarak benim sonraki kitap çalışmalarım için aldığım notlardan hazırladığım Sinemada renk nasıl kullanılır? diye bir bölüm var. Bu bölümde benim çok önemsediğim Renk Senaryosu diye ayrı bir bölüm var. Renk Senaryosu benim terim olarak bu zamana kadar hiç karşılaşmadığım bir şeydi Türkiye’de; ama tabii ki benim keşfim değil, yurtdışında oldukça fazla kullanılan bir terim. “Renk Senaryosu Nasıl Hazırlanır?”, “Renk Senaryosu Neden Önemli?” gibi başlıklarla detaylı bir şekilde anlatmaya çalıştım.
Bir de kitabın “Renk Nasıl Kullanılır?”dan sonra da Söyleşiler bölümü var. Burada da yurtdışındaki meslektaşlarımla yaptığım söyleşileri özetliyorum. 20 başlıkta 10 colorist her bir soruya, her maddeye kendilerince yanıtlar veriyorlar. Bu bölüm özellikle benim de zaman zaman açıp tekrar tekrar okuduğum bir bölüm. Çok önemli. Okurlar için çok faydalı olacağını düşünüyorum. Çünkü bu insanları toparlamak da zor oldu. Hemen bir haftada biten bir bölüm olmadı yani. Sadece bu bölüm için 7-8 ay uğraştım.
S: Bu kitap vesilesiyle yurtdışındaki meslektaşlarınız ile bir bilgi paylaşım ağınız da oluştu sanırım…
LÖ: Evet, Walter Volpatto. Meşhur, bilinen bir colorist dünya çapında. ABD’nin en iyi post şirketlerinden biri olan Company 3’te çalışıyor. Kitabı da gönderdim ona. Şu anda yazışıyoruz. Zaman zaman fikirlerini de alıyorum bu insanlardan yaptığım işlerle ilgili. Nasıl olmuş falan diye. Böyle güzel bir dostluk başladı aramızda. Umarım kitabın İngilizce versiyonu ile birlikte dostluklarımız biraz daha pekişir.
Yurtdışında bu dostluk, birliktelik mevzusunun bizden çok daha ileride olduğunu söylemem lazım. Herkes beraber bir şeyler yapmaya çalışıyor. Tam bir bilgi paylaşımı var. Ben bunu ülkemizde maalesef göremiyorum. Maalesef çoğunlukla “Haydi bir şeyler yapalım” dan sonra ortaya bir şey çıkmıyor. Dernekler kuruluyor, sendikalar kuruluyor ama -istisnalar olsa da; mesleki yeterlilikle ilgili yeterince çalışma yapılmadığını eldeki mevcut bilgiler ne ise onlarla ilerlendiğini düşünüyorum.
S: Ben de onu soracaktım kitabı yazarken hangi kaynakları kullandınız?
LÖ: Bu kitap 10 yıldır okuduğum makalelerden aldığım notların, okuduğum kitapların, röportajların, forumların yaşadığım problemlerin ve onların çözümlerinin bir derlemesi. Tabii bilgileri direkt olarak ekleyemiyorsunuz. Öncelikle kendi süzgecinizden geçirmek, doğrulamak ve en önemlisi terminolojiyi Türkçeleştirmek gerekiyor. Ben bu anlamda avantajlıyım; çünkü sadece teoride değil, pratikte de çalışan bir colorist’im. O yüzden sektördeki terminolojiye de hakimim. Sıradan bir çeviriden fazlasını yapabiliyorum böylece.
Süreç boyunca birçok kaynak taradım. Bazen iki üç kelimelik bir şey bir maddeye sekiz yıl sonra eklendi. Bu durumlarda ben şahsi olarak da çok mutlu hissediyorum. Bir maddeye üç kelime bile eklediğim zaman çok seviniyorum; çünkü ben de yeni bir şey keşfetmiş oluyorum.
S: Belki de yurtdışında da olmayan renk konusu etrafında şekillenen bir derleme bu?
LÖ: Evet bir örneği yurtdışında da yok. Ayrıca bu baskıda negatif dönemi ile ilgili de çok fazla şey var. Film ve laboratuvar süreçleri ile ilgili. Ben doğrudan o döneme yetişemedim; ama hala baskı yapan bir laboratuvar ile görüşmeye ve onlara sorularımı sormaya başladım. Bir de burada Fono Film’de çalışmış bir arkadaşım var; Çağlar diye. O da o döneme yetişmiş ve bilgili. Onunla konuşma fırsatım oldu. Ve tabii Kodak. Harika bir kütüphanesi var; 40’lardan, 50’lerden bu yana gelen.
Analog’la ilgili neye rastladıysam koymaya çalıştım; çünkü biz şu an analogda yapılan şeyleri dijital olarak yapmaya çalışıyoruz. Sadece ortam değişti. Özellikle analog dönemden DNA’mıza işlenen görüntülerin sahibi olan Kodak’ın Natalie Kalmus önderliğinde yaptığı çalışmalarla rengin estetik ve duygusal boyutunun ne kadar önemli olduğunu keşfettim. Natalie Kalmus’un Kodak Museum internet sitesinde bir makalesi var. Bu kitabın da sonunda yer alan renk senaryosu kavramının temellerini o makaleyle atmış.
Kalmus, rengin, sinemada da resimde, sanatta kullanıldığı gibi kullanılması gerektiğini savunmuş. Bunun için bir altyapı, ekip kurmuş. Böylece filmler sadece renkli olmaktan çıkmış. İlk renkli filmlere baktığınız zaman yaldır yaldır renkler görürsünüz. Müzikaller, şunlar bunlar. Rengin ilk icat edildiği dönemler. Maalesef bizde de şu anda renk düzenleme, “Mavileri, yeşilleri olabildiğince belli edelim.” demek oluyor bazen. Ama aslında o değil renk düzenleme. Renk düzenleme başka, rengin kullanımı başka. Rengi sırf kullanmak için kullanmadığınızda renkler bir anlam ifade ediyor. Bunun farkına varmak lazım. Bunun 30’larda, 40’larda farkına varmışlar. Natalie Kalmus yazmış ve hala daha geçerli.
İlginç bir bilgi daha: O dönemki filmlere baktığınızda stüdyoda bir Technicolor uzmanı var. Sette yer alıyor. Bizdeki DIT gibi belki. Bu uzman sahne renklerine bakıyor. Bir danışman gibi düşünelim. Hikaye ve renk uyumunu gözetiyor. Sadece teknik biri olmaktan ziyade daha yaratıcı bir iş yapıyor. Belki az önce bahsettiğimiz renk senaryosunu yazan “renk senaristi” de olabilir bu kişi. Natalie Kalmus’un olduğu işlerde bu böyle. Hatta bunu iyice anlamak için faydalı olabilecek 15-16 filmlik bir seçki var kitapta. Filmlook maddesinde yer alıyor. Letterboxd’dan da ulaşılabilir bu listeye.
Tabii çok enteresan, yeni nesil için belki film görünümü farklı bir şey ifade edebilir.
S: Negatif film hissi veren diyebilir miyiz?
LÖ: Evet bunların hepsi zaten Technicolor filmleri. Bu filmlerde renkler nasıl kullanılmış ve biz bunları dijitalde nasıl yakalayabiliriz? Film görünümü dediğimizde temiz bir görünümü kastetmiyoruz aslında. İşte gren var, halation var, blooming var, glow var, chromatic aberration, dust var, kir var, toz var, var oğlu var. Dijitalde bu yok.
Bu aslında o kirli görünüm günümüzde geçerliliğini yitirmesinden de olabilir. Bundan emin değilim. Belki de eski filmlerle büyüyen bizler için film görünümü ile yeni mezun olan bir arkadaş için film görünümü başka bir şey ifade ediyordur. Çünkü baktığınız zaman yeni Marvel filmleriyle büyüyen yeni mezun olan arkadaşlar grenli görüntü istemeyebilir. Marvel gibi filmlere baktığınız zaman tertemiz bir görüntü var. Ama bir yandan da o kadar doğal ki, renkler o kadar olması gerektiği gibi ki… Oradaki bir gökyüzüne bakın, biz nasıl görüyorsak öyle. Masmavi, derin bir gökyüzü yok. Çok enteresan, açıp bakıyorsunuz referans olarak Marvel filmine, renkli bile gelmiyor. Ama öte yandan eski toprak, diyelim Micheal Bay’in Transformers’ına baktığımız zaman daha retro bir film görüntüsü görüyorsunuz. Daha derin siyahlar, daha kontrast.
S: Renk dünyası için olmazsa olmaz üç kavram seçebilir misiniz bize?
LÖ: Çekim aşamasından başlarsak Lighting Ratio derim. Sahnedeki ışık değerlerinin birbirine olan oranı. Bu çok önemli. Doğrudan duyguyu verecek yegane şey. Ve postta yapılması çok zor. Evet yapay zeka ile ışıklandırma vs yapılabiliyor diyenler çıkabilir ama şunu unutmayalım. Teknolojiyi hayatımızı kolaylaştıracak değil yaratıcılığımıza etki edecek bir araç şeklinde düşünmeliyiz. Yani masada halletmemeliyiz, yayında toplamaz. Renk senaryosunda tasarlanan kontrast oranına göre sette ışıklandırma yapmalıyız.
İkinci olarak Kontrast derim. Yine Lighting Ratio ile orantılı. Bir görüntüye baktığınızda dikkatinizi ilk çeken şey görüntünün kontrastı olur. Hatta sıralı görüntüler arasındaki kontrastlar dahi birbirlerine yakın değilse hem o görüntülerden uzaklaşmış olur izleyici hem de bir atlama hissine kapılır. Ama renkler öyle değil; mesela renkler az uyumsuz olduğu zaman kontrast eğer dengeliyse izleyici onu algılamaz. Renkler uyumlu olarak geçer; ama kontrast doğru değilse hem ilgi çekici bir görüntü oluşturamazsınız hem de renkler olması gereken şekilde gözükmez. Her rengin doğru şekilde görünmesi için belli bir şekilde ışıklandırılması, ona uygun pozlanması ve postta da ona uygun şekilde poz değerinin uygulanması gerekir.
Üçüncü olarak ise Renk Yönetimi derim. O da post ile alakalı kısım. Kameranın görüntülerinin bilgisayara aktarımından son çıkışının alındığı ana kadar hiçbir şekilde kayıp yaşanmayacak bir iş akışı oluşturulması demek renk yönetimi. Buna alınan arşiv kopyası da dahil.
Bizde dijital platformlar ile birlikte standartlar yavaş yavaş oturmaya başladı. Ama hala daha emekleme aşamasındayız. Renk yönetimi konusunu iyi çalışmamız lazım. Hangi renk uzayında kamera kayıt yaptı? Biz bunları ne şekilde işliyoruz? Renk düzenleme yaptığımız renk uzayı, gama hangisi? Arşiv kopyası hangi renk uzayında olacak? Efekte malzeme hangi renk uzayında gidecek, hangi formatta gidecek? Renk derinliği ne olacak? Tüm bunlar arasında bir tutarlılık oluşturabilmek için biraz çalışmamız gerekiyor.
Biz arşiv kopyası sistemini kullanmadığımız için televizyonda, internette, sinemada göreceğimiz ya da gördüğümüz çıkışlar da farklılıklar gösterebiliyor. Örneğin işte diyebiliyorsunuz ki internette çok açık, internette çok karanlık. Orada şöyle burada böyle falan. Halbuki ana kopyanızı sahne referanslı denilen ACEScct, AP1, şeklinde hazırladıktan sonra internete çıkış alacaksanız gamasını 2.4 değil 2.2 s-RGB alırsınız. Bu basit matematiksel bir dönüşümdür. Yayın, internet, dijital sinema gamaları birbirlerinden farklıdır ve her biri için ayrı çıkışlar alınmalıdır.
Genelde burada da yurdışında da müşteriye olmuş mu diyerek cep telefonundan, Ipad’den bakabileceği şekilde işler atılıyor. Çünkü ekran teknolojileri çok gelişti artık. Önceden çok büyük yatırımlar yapılması gerekirken şimdi bir Ipad’de Rec.709 bir görüntüyü %100 doğru şekilde görebiliyorsunuz. Fakat yolladığınız görüntü o telefonda doğru gözükecek görüntü mü? O görüntü televizyonda yayımlandığı zaman nasıl görünecek? Sinemada ne olacak? Müşteriye gönderirken ne olacak? Bu demek oluyor ki üç ayrı versiyon yapmanız lazım ve yanında bir tane de arşiv kopyası yapmanız lazım. Netflix, Disney bu şekilde çalışıyor ne mutlu ki. Ekrana göre yapılmış bir kopya, renk düzenleme yapılmamış ve yapılmış bir arşiv kopyası. Böylece sonradan tekrar renk düzenleme yapabilirsiniz. Örneğin şu anda Dolby sinemalar yaygın değil. Evlerde OLED ve QLED yaygın ama Dolby sinema salonu sayısı az. İleride bir zamanda daha çok yayıldığı zaman bu platformlar elindeki kopyaları güncelleyip buralarda da gösterebilecekler. Bizim de bu versiyonlama ve arşivleme işini çalışmamız lazım.
S: Dijital platformlar haricinde çok yok diyorsunuz?
LÖ: Yok maalesef. Maalesef şöyle oluyor. “Ya işte zaten bir kere televizyonda, sinemada yayımlanacak.” diyerek geçiştiriliyor.
S: Depolama sorunu yüzünden mi sizce?
LÖ: Alakası yok. 444 arşiv kopyası da alabilirsiniz. 444- 709 ile bir boyut farkı yok. 444 bir container. İçine ne koyarsanız o oluyor. ACES koyarsanız ACES olur, 709 koyarsanız 709 olur. Bunlar boyutu etkileyecek şeyler değil. Hatta bazı sahnelerde düşürebilir de. Çünkü 709 kadar kontrastlı vesaire olmayacak.
Şunu yapmamamız lazım. Elimizdeki mevcut kullandığımız standartların projenin standardını etkilemesine izin vermememiz lazım. Örneğin hızlı bir hard diske sahip değiliz diyelim. Hızlı bir disk derken hızlı bir SSD’den bahsediyorum. RAID’lerden falan bahsetmiyorum. Diyelim standart bir diskim var ve oynatma hızım da düşük. Ben de dedim ki ben sıralı karelerle yani exr’lar ile çalışamıyorum, bana 444 gönderin o şekilde çalışalım. Burada “Tamam, Levent’e 444 gönderin.” dememek lazım. Standardı gözetmek lazım. Her aşamada bu şekilde düşünmek ve ödün vermemek lazım. Neden renkçinin yada vfxçinin bilgisayarının kapasitesi projenin kalitesini belirlesin öyle değil mi? Hatta kurguda dahi HDR olacak bir işin kurgusunun HDR izlenerek yapılması gerektiğini yıllardır söylüyorum hatta vfx de dahi HDR görüntüleme olmalı.
Aynı şekilde çekimde de elimizdeki depolama araçları yüzünden sıkıştırılmış formatlarda çekmememiz gerekiyor. RAW çekiyoruz, kaç sıkıştıralım pazarlamasına girmemiz gerekiyor.
S: Son olarak neler söylemek istersiniz?
Herkes renk ile alakalı bir kitap deyince yazılımla ilgili bir kitap zannediyor ama alakası yok. Ayrıca bu kitap sadece renk hakkında değil, pozometre kullanımından çerçeve oranına, sinematografi hakkında birçok konu var.
Madde madde okuyabilirler ve sadece bu kitapla kalmayıp kendileri de araştırmalar yapabilirler. Atıyorum, bugün boş vaktim var “De-interlacing” ya da “Kelvin” hakkında bir araştırma yapayım deyip bir iki saatlerini buna ayırsınlar.
Kitabın güzel bir tarafı da herhangi bir yazılıma bağlı olmaması. Bu kitaptaki bilgiler ile Premiere’de de, Edius’ta da, Da Vinci’de de renk yapabilirsiniz. Her yazılımda aynı mantıkta araçlar var zaten. Yeni bir şey de aslında çıkmıyor. Rengin yapılması anlamında söylüyorum. Yoksa programlar güncelleniyor. 1000 tane yeni güncelleme geliyor evet; ama renk düzenlemenin mantığı değişmiyor. Sonuç olarak yine üç tane topumuz var. Yine kontrastla, curve aracıyla yapıyorsunuz.
Sinema tarihinin önemli filmlerinin renk düzenlemelerine bakın. Örneğin kırmızıyı seçip onun rengini değiştirecek, maskeleyecek teknolojiye sahip değillerdi; ve o filmleri yaptılar. Tamamen evrensel her şey. Ve böylece bu kitap uzun yıllar birinin hayatında kalabilir diye düşünüyorum. Letterboxda hazırladığım film listelerine bakılabilir.
Kitap yine OktoStore’da satılıyor. OktoStore bu anlamda büyük bir hizmet veriyor aslına bakarsanız. Kitap dağıtımcıya ulaştığında maalesef üzerine fazla bir kar marjı ekleniyor. Kitap satıcılarından neredeyse %100 bir artışla kitaba sahip olabiliyorsunuz. Bu anlamda daha çok kişiye kitabın ulaşması için fiyatı oldukça ekonomik tuttuk. Kalite ve baskısına göre oldukça uygun bir fiyatta. Tek bir fotokopinin 1 tl olduğu günümüzde 400 küsür renkli sayfa ciltli bir kitap için oldukça iyi bir fiyatta.
S: Üçüncü baskıda bizi neler bekliyor olacak?
Yurtdışından bir firma ile kitabı İngilizce’ye çevirerek uluslararası hale getirelim dedik. Bitirdikten sonra Los Angeles’taki NAB’de tanıtımını yapacağız.